30 Nisan 2009 Perşembe

Duayı yaşamak



Unutmamamız gereken bir gerçek var ki; insan hayatını idame ederken aslında kendi kendine yeten bir potansiyeli taşımaz. Çünkü o yaratılmıştır ve her yaratılmış da bir yaratıcıya ihtiyaç içindedir. Bu bağlamda düşündüğümüzde insan tam bağımsız bir varlık değildir şu yeryüzünde.
“Rabbiniz şöyle buyurdu; Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.”[1]


İnsanoğlu hayat maratonunu tüm hızıyla sürdürürken yaşamını sürdürdüğü ortamda kendi kendine yetmediği anları da yaşar. Çünkü insan acziyete düşebilecek güçsüz bir konumda yaratılmıştır. “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah`tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”[2]

Hayatın her türlü problemine aklı sayesinde karşı koyma stratejileri geliştirme becerisine sahip insanın öyle anları vardır ki tükenmişliği yaşar. İnsanın kendi kendine yettiği ve kendi kendisinin yaratıcısı olduğu ütopyasını seslendiren anlayışın aksine kelimenin tam anlamıyla acziyeti yaşar. Bu hali yaşayanlar yani insanın kendi kendine yetebileceğini söyleyenler, hayatın belli bir aşamasından sonra bunalımlar içine düşerler. Zaman zaman da akli melekelerini yitirip işin sonunda intiharı bile düşünebilecek bir hal içine sürüklenirler. Unutmamamız gereken bir gerçek var ki; insan hayatını idame ederken aslında kendi kendine yeten bir potansiyeli taşımaz. Çünkü o yaratılmıştır ve her yaratılmış da bir yaratıcıya ihtiyaç içindedir. Bu bağlamda düşündüğümüzde insan tam bağımsız bir varlık değildir şu yeryüzünde. Onun hal ve hareketlerine yön veren, onu her daim kuşatan onu bilip tanıyan ve ona, kendisi istediği zaman yardım edecek bir yaratıcıya sahiptir. Kendi başına, başıboş, amaçsız yaratılmamış, Allah tarafından bir amaca mebni olarak yaratılmıştır.

Her şeyi yaratan ve her şeyi kuşatan yüce Mevla insanı hassas dengeler üzerinde yaratmıştır. Öyle anları olur ki hayatın apansız gelişen olayları karşısında acziyet içinde kıvranır. Bir elin kendini bu acziyet çukurundan alıp çıkarmasını bekler. Ama öyle anlar olur ki onu içinde bulunduğu halden çıkaracak o el yaratılmışlar âleminde bulunmaz. Her şey ve herkes o anı yaşarken aciz kalmıştır. Umutlar tükenmiş, dayanacak dal kalmamıştır. Onu alıp kurtaracak, onun derdine derman olacak bildiği şu yaratılmışlar âleminde ne bir yol ne de bir yöntem kalmamıştır. İşte işin burasında o insan için yaratılmışların ötesinde melekût âlemine uzanan bambaşka yeni bir ufuk açılır ve oradan uzanan bir el kurtarıcı olur. Onu kurtaracak o el melekût âleminden yaratılmışlar âlemine uzanır. İşte o el yaratıcının elidir. Yaratıcı tecelli eder ve kullarının acziyetlerini giderecek kalp sekinetini ve kulun istediği yardımı bahşeder.

“Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım, onlarla beraberim, dualarını işitir, yakarmalarını görür ve halleri­ni bilirim. Bana iman ve kalp huzuru ile dua edenin duasını kabul ederim. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulsunlar”[3]

Geçen yakın günlerimde benim yaşadığım olay işte tam da böyle bir hali resmediyordu. Oğlumuz Ahmet Yusuf henüz 2 yaşında. Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı teşhisi konmuştu yakın bir tarihte. Bu hastalığın tek bir ilacı var. Colchicum… Tatlı bir tada sahip bu hap. Bizim ufaklık annesinin yanında olmadığı bir zaman zarfında ayağının altına aldığı bazı nesnelerin yardımıyla çekmecede duran bu hapları alıp şeker niyetine 20–25 adet yemesin mi! Çok tehlikeli olduğunu bizlerde vakadan sonra öğrendik. Yıllardır benim de kullandığım bir hap. Ama ben bu kadar tehlikeli olduğunu şimdiye kadar bilmiyordum. Çiğdem tohumundan esinlenerek yapılmış bu hapın fazla da tehlikeli olmadığı kanısındaydım. Biraz pahalı bir yöntem de olsa öğrendik! Annesi olayı fark eder-etmez çocuğu en yakın sağlık merkezine götürmüş ve orada midesini yıkamışlar. Kısa bir tetkikten sonra da hapın çok tehlikeli olduğunu ve bir araştırma hastanesinde müşahedeye alınmasını talep etmişler hastane yetkilileri.

Olaydan haberdar olduktan hemen sonra çocuğu alıp Çapa Tıp Fakültesi Çocuk Acile götürdük. Kısa bir tetkikten sonra çocuğu hemen yoğun bakım ünitesine aldılar. Zira olay çok tehlikeli boyutta idi. İlacın yüksek dozda alınması durumunda tehlike sınırı yetişkinlerde 0,4 mg, ölüm sınırı 0,8 mg iken bizim çocuğun aldığı ilaçlar 0,88 mg’dı. Bu miktar da çok tehlikeli bir boyut arz ediyordu. Yetkili doktorumuz, kendilerinin her türlü gayreti ortaya koyacaklarını ama bu dozda ilaç kullanan birinin yaşama şansının olmadığını söyledi. Gerçekten de 6 günlük yoğun bakım döneminde görevli ekipman tıbben ellerinden gelebilecek her yolu denedi. Doktorumuz olayın ilk saatlerinde bize çocuğumuzu her an kaybedeceğimizi bize söylemiş, fazla da ümitli olmamamız gerektiğinin altını çizmişti. Zira bu ilaç çok tehlikeliydi ve bu kadar yüksek bir dozda alınmasının kesin ölümle sonuçlanması her an mümkündü. İlacın her an bedenin tüm metabolizmasını iptal etme özelliği vardı. Bunun gerçekleşme süresi 72 saatlik kritik saatin her anında olabilirdi. İşte bu açıklamalardan sonra bizim de duygu dolu, korkulu ve endişeli saatlerimiz başladı. Sanki içimden volkanlar patlıyordu. Dışardan ne kadar sakin ve endişeli gözüküyor olsam da içimden adeta yanardağlar patlıyordu. Doktorlar her an kaybedebiliriz dediklerinde, sağlık olsun! Allah’ın dediği olur! Tepkisini vermiştim.

Hayatımın her anında birazda kaderci anlayışımdan kaynaklanır, Allah ile olan ilişkim farklıdır. Bir şey istersem önce onu Allah’tan isterim. Çabamı ondan sonra ortaya koyarım. İşimiz duaya kaldı! Anlayışından beriyim çünkü. Bizim işimiz zaten hep dua iledir. Bu esnada da rabbimle olan diyalogum çok farklıydı. Ona sonsuz güvenim daha da sonsuzlaştı. Bir şeyi daha itiraf edecek olursam bu sürede birçok dostumun yakın alakalarına ve içten samimi duygularına şahit oldum. En önemlisi de dostlarımızın ellerini Allah’a doğru açıp Rabbimizden küçük Ahmet Yusuf için şifa temenni etmelerine şahit olmaktı. Bu tarif edilmez bir duyguya gark etti bizi. Bizim için seferber olmuş bir dua kervanı vardı karşımızda. Kur’an Kurslarında okuyan tanıdığımız dostlar vesilesiyle tanımadığımız ama şükranla bahsetmeyi görev bildiğim öğrenci kardeşlerimizin okuduğu yasinler ve yapılan dualar şunu iddia edebilirim ki küçüğümüzün bize dönmesine vesile oldu. Tıbbın gücü ve umudu yoktu. Tıb acziyetini olayın ilk saatlerinde belirtmişti. Ama tıbben yapılan tüm uğraşlara Allah’tan talep edilen şifa niyazlarıyla Ahmet Yusuf, her geçen saat hayata bir başka tutundu. Rabbime sonsuz teşekkürlerimi ilettim ve iletmeye de devam edeceğim. Benim inancıma göre bu tamamen duanın gücüydü. Bundan başkaca da düşünemezdim. Evet dediğim gibi tıp elinden geleni yaptı ama bu konuda tamamen aciz kaldığını deklare etti. Ekipmandan sorumlu doktor arkadaş, biz elimizden geleni yapıyoruz, yapacağız da ama çocuğu her an kaybedebiliriz diyordu. Hatta ikinci gün, bugün büyük ihtimalle çocuğu kaybedeceğiz diyordu. Ve sözlerini şöyle sürdürüyordu: İyileşmesi için mucize gerekli ama mucize de beklemeyin! Onlar kritik 72 iki saatin ilk 48 saati içinde kalp, karaciğer ve böbreklerin fonksiyonlarını tatil edeceğini, bir iç kanamanın gerçekleşip ölüm olayının gerçekleşeceğini bekliyorlardı. Hoş biz ölümün Allah’ın emri olduğuna ve her nefsin bir gün ölümü tadacağına[4] zaten inanmış insanlarız. Ama bize Allah’tan ümit kesmek yaraşmaz. Ve tıbbın her saat ölümünü beklediği çocuğumuzun her yeni tahlili adeta mucize yaratıyordu. Bize şayet yaşarsa en az 10 gün yoğun bakımda kalacağımız, normal serviste de uzun süre kalabileceğimiz söylenip duruyordu. Hatta saçlarının komple döküleceği ve bir takım kalıcı izler taşıyabileceği de söylendi doktorlar tarafından. Ama kritik 72 iki saat ve ilerleyen saatler yoğun bakımda 6 normal serviste de 1 gün kalmamız için yeterli oldu. Hamdolsun rabbime. Biz ondan hiç ümidimizi yitirmedik. O da ümitlerimizin yeşermesi için her zaman yanımızda idi. Onu hissediyorduk. Doktorumuzun bize beklemeyin dediği mucize gerçekleşti ve kısa sürede taburcu olduk. Çocuğumuzun saçları da dökülmedi. Olumsuz hiçbir şey gerçekleşmedi. Tamamen duanın gücüydü bu.

Bu olay bana hayatımızda kaçırdığımız başka bir gerçeği de hatırlattı. Hayatımızın her alanında karşılaşacağımız sorunlarla mücadele ederken toplu dua seanslarının var olması kaçınılmaz gerçekliği… Duanın gücüne inanıyordum. Nitekim “Resulüm! De ki: Kulluk ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!”[5] Buyuran Yüce Allah’ın bu sözünü okuduktan ve dua ile ilgili ayet ve hadislere vakıf olduktan sonra bu eylemden beri olmak elbette ki bizim uzak olmadığımız ve inandığımız bir husustu. Ama Ahmet Yusuf olayında biz duayı yaşadık doğrusu. Duanın yaşanır bir hakikat olduğu bizlerin hayatında deklare oluyordu. Hayatın hiçbir alanında Allah’tan bağımsız olunamayacağını, umutların tükendiği her anda Allah’ın devrede olduğunu yaşamak elbette ki bilmekten daha ötede bir duygudur. Yüce Allah’a sonsuz hamd ve senalar olsun.



--------------------------------------------------------------------------------

[1]Ğafir 60
[2] Rum–54
[3] Bakara:186
[4] Ankebut:145
[5] Furkan:77

alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder