30 Nisan 2009 Perşembe

Huşu iklimi



Huşu; Allah’a yürekten, içtenlikle yönelmek… O’nun karşısında kendini hiçe saymak… Derin bir saygı ile acziyet ve alçakgönüllülük üzere olmak… Kalbin titremesi, ruhun Allah karşısında esas duruşa geçmesi şeklinde algılanabilir…
Kur’an-ı Kerim kurtuluşa eren müminlerin özelliklerini belirtirken ilk olarak “huşu”dan bahsediyor:

“Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler”(Mü’minun-2)
Felaha taşıyan namaz, huşu içeren namazdır… Demek ki; her namaz, namaz değildir… Zaten kişide huşu yoksa namazı kaldıramaz ve uzun süreli sürdüremez…
“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. (Namaz) huşu sahibi olanlar dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir…” (Bakara-45)
Namazın nefse niçin ağır geldiği ortaya çıkıyor: Huşusuzluk…
Kulluğu anlamlı ve geçerli kılanın huşu olduğunu görüyoruz…
Bu derece önem arz eden huşudan kopuşun da erken başlayacağını haber veriyor, Allah’ın Rasulü (sav)… Ümmetin ilk kaybedeceği ilim, huşudur…
Ebu’d-Derda (ra)dan rivayet edilmiştir; dedi ki :Peygamber(sav) ile beraber bulunuyorduk. Derken bakışını göğe dikti ve sonra şöyle buyurdu:
“İşte insanlardan ilmin aşırılacağı zaman! Nihayet ilim namına hiç bir şeye güçleri yetmiyecektir.” Bunun üzerine Ziyad b. Lebid el-Ensari dedi ki:
“Kur’an’ı okuduğumuz halde ilim bizden nasıl aşırılacaktır? Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ı behemehal okuyacağız ve onu kadınlarımıza ve çocuklarımızı behemehal okutacağız!” Resul-i Ekrem buyurdu ki:
“Annen senin hasretinle yansın, Ziyad! Bende seni Medine halkının fakih(hukukçu) lerinden saymakta idim. İşte Tevrat ve İncil, Yahudi ve Hristiyanların elindedir; onlara ne faydası var?”
Cübeyr diyor ki: Sonra Ubade b.Samit ile karşılaştım ve:
“Arkadaşın Ebu’d –Derda nın nelerden bahsettiğini işittin mi?” diyerek kendisine Ebu Derda’nın söylediklerini bildirdim .Übade bin Samit (ra ) şu mukabelede bulundu:
“Ebu’d - Derda doğru söylemiştir. Arzu edersen insanlardan kaldırılacak olan ilk ilmi sana hemen anlatayım: Huşudur. Belki umumi bir mescide girecek ve orada huşu içinde bir adam göremeyeceksin.”Tirmizi
Huşusuzluğun ümmeti ne kadar derinden vuracağını gözler önüne seriyor…Allah katında geçerli bir kulluğun olmazsa olmazı huşudur …
Peki huşu nedir?
Doğrusu huşunun anlam derinliğini kelimelere dökmek oldukça zor…
Hele hele huşu fukaralığının yürekleri kasıp –kavurduğu bir zaman diliminde huşuyu tanımlamak daha bir güç olacak…
Gönül dünyamızı ilgilendiren bu deruni durumu kırık cümlelerimizle kenarından kıyısından ifade etmeye çalışalım…
Huşu; boyun eğmek, korkmak, tevazu göstermek ve sükunet içinde olmaktır. Huşu sahibi ise; korkan, sükunet üzere bulunan, mütevazi ve gönülden boyun eğen, ihlaslı olan kimse demektir…
Huşu; Allah’a yürekten, içtenlikle yönelmek… O’nun karşısında kendini hiçe saymak… Derin bir saygı ile acziyet ve alçakgönüllülük üzere olmak… Kalbin titremesi, ruhun Allah karşısında esas duruşa geçmesi şeklinde algılanabilir…
Huşu; O’nun huzurunda olmanın heyecanı ile “Biz O’nu görmesek de O bizi görüyor”
bilincini yüklenmenin iç rahatlığıdır…
Huşu; bedeni kalbin denetiminde tutma halidir…
Huşu; fizik ve benlik dünyasından aşkın bir dünyaya açılımın ismidir…
Huşu; kalp konsantrasyonunun ihsan kıvamında belirmesidir…
Huşu; Yüce Yaratıcı’nın büyüklüğü ve kusursuzluğu karşısında kendi yetersizlik ve eksikliklerinin farkına varan insanın Hakk’ın emrine tevazu ile boyun eğmesidir…
Kimin huzurunda olduğunun farkında olmaktır … İşte bu farkındalık bilincine huşu denir…
Kişinin sadece kendisi ile meşgul olmayı bırakıp Allah ile ilgilenmesidir… Zaten en büyük hata, kişinin kendi benliğine takılı kalmasıdır… Bunu aşmanın yolu ise, hep Allah’ı hatırlamaktır…
Huşu; Allah’a karşı sevgi ve saygı merkezli korku ve ürperti halidir…
Huşu; duygusal, ruhsal ve zihinsel olarak ibadete konsantre olmaktır…
Fatır-ı mutlakın’ın ve fıtratın sesine kulak vererek Allah dışında hiç kimseden buyruk almadan, O’nun emrine boyun eğmektir…
Huşu; aslı kalpte, etkisi bedende gerçekleşen bir durumdur…
Takva örtüsünü üstüne alıp en Yüce Olan’ın korumasına girmekte bizi huşu sahibi kılacaktır…
Kur’an’da geçen hudû, inabe, ihbat, kunut, haşyet, havf, ihlas, tazarru aynı anlam zenginliği taşıyan bizi “salih” olmaya hazırlayan kavramlardır…
Doğal olarak huşunun en çok arandığı yer namazdır…
Namazı huşu ile korumak… Namaza odaklanmak… Namazda namaz kesilmek… “Fenafi’s-salat- Namazda yokolmak”…Ya da varoluşunu namaza bağlamak…
Huşu ile kılınan namaz, hevanın esaretinden kurtarır, özgür bir ruh haline yüceltir…
Huşu üzere namaza duran kişi Allah’tan başka her şey ve herkesle ilgiyi kesiverir… Sanki dünyadan sıyrılıp namaz diye başka bir aleme göç eder… Selamla birlikte tekrar döner…Dertleri, düşünceleri, hevesleri, hesapları bir kenara bırakır… Dünyanın maddesini, metasını geriye çekip sadece namazın anlamına yoğunlaşır…
İşte tebettül budur… Dünyadan sıyrılıp, Allah’a sığınma becerisi…
“Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.” (Müzzemmil-8)
Böylece namazı fiziksel alemden alıp, ruhun derinliklerine indirmenin fırsatı oluşuyor akabinde deruni temelleri olan bir sıçrama gerçekleşiyor… İşte bu durum artık müminin miracıdır…
Sahi, siz hiç miraca çıktınız mı?
Yani mirac kıvamında namaz kılabiliyor musunuz?
Bizi Rabbimizle buluşturan bir huşu iklimine geçiş yapabiliyor muyuz?
Namazla yaşanan, “mutmainne” hali… Sükûnet, sühûnet (sıcaklık) ve sühûlet (kolaylık) atmosferi… O’nun huzurunda olmanın farkı… O’nunla beraber olmanın iştiyakı…
İbadetler Allah ile beraberlik girişimleridir… Namaz bu girişimlerin en yoğunluklu olanıdır… Zirveyi hedeflemektir…
Huzur’da olmanın huzurunu yaşaya biliyor musunuz?
O’nun kabulüne mazhar olmanın yollarını arıyor musunuz? İşte bu yolun ismi, huşudur. Bu yola girmenin yolu ise ; namazı namaz gibi kılmaktır… Yani Allah Rasülünden gördüğümüz gibi kılmaktır… Hani şu, kıyamda ayakları şişen Rasül… Hani şu secde de tabiri caiz ise taş kesilen, görenlerin “acaba secde de ruhunu mu teslim etti?” diye tedirgin oldukları kişi… Seccadesini göz yaşları ile yıkayan “şükreden bir kul”…
Şimdilerde namazda ayakları su toplamış, ıslak secdelerle geleceği projelendiren kimselerimiz var mıdır?
Namaza odaklanmış kişiler, “Allah için olma”nın onurunu taşırlar… Onların namazı sırf beden egzersizleri yekunu değildir… Çünkü namaz sadece sembolik bir ritüel değil, ağır bir görev yüklenmedir…
Tüm bu izahlara rağmen namazda huşuyu kavramakta zorlanıyorsak yapacağımız tek şey Allah Rasulü (sav) nün mektebinden gecen ashabın namazına bakmak… Huşunun nasıl ete-kemiğe büründüğünü onlarda görebiliriz…
Hz. Cabir’in (ra) naklettiği şu sahne huşunun fiziksel yansımasıdır: Allah Rasulü (sav) ile savaşa çıktık. Zatu’r-Rika harbinde bir asker müşrikler den bir kadın esir almıştı. Bunun üzerine müşrik olan kocası yemin etti:
“Muhammed’in ashabından birinin kanını akıtıncaya kadar onları izleyeceğim.”
Böylece Allah Rasulü (sav)in izini takibe koyuldu. Peygamber bir yerde konakladı ve:
“Bizi kim bekleyecek?” dedi.
Hemen muhacirlerden Ammar b. Yasir ve ensardan Abbad b. Bişr ortaya atıldı. Onlara şöyle buyurdu:
”Geçidin ağzının tutun (nöbet bekleyin).”
O iki sahabi yolun ağzına varınca Abbad; Ammar’a sen yat ilk nöbeti ben tutarım. Ammar yattı. Ensardan Abbad’da hem nöbet, hem namaz dedi, namaza durdu…
Sonra gece hanımı esir alınan müşrik geldi; O’nu (namazda)görünce kavmin nöbetçisi olduğunu anladı.Ona bir ok attı. Ok isabet etti. Bunun üzerine Abbad ağzı ile oku çıkardı. Namazını bozmadı. Bu defa müşrik üç ok daha attı. Abbad rükû ve secdeye vardı. (Namazını bitirince) arkadaşını uyandırdı. (Müşrik) kişi kaçtı. Ammar; Abbad’dan akan kanları görünce şöyle dedi:
“Subhanallah! Neden sana ilk ok attığında beni uyandırmadın?”Şu cevabı verdi:
“Kur’an’dan bir sure okuyordum, onu bitirmeden yarıda kesmek istemedim. Fakat bir kaç yara alınca rükû ettim ve seni uyandırdım. Allah’a yemin ederim ki, Rasulullah’ın korumamızı emrettiği stratejik bir noktayı kaybetmek endişesi olmasaydı ölmeyi, namaza ve sureyi yarıda kesmeye tercih ederdim.”dedi. (Ebu Davut)
İşte huşu !..
Abbad tüm hücreleri ile namaza durmuştu … Tepeden tırnağa namaz kesilmişti… O canını değil, namazı kurtarmanın derdindeydi… Namazda erdiği hazzı, namaz dışında bulamayacağını biliyordu…
Kıyamın da öyle bir kıvama ulaşmıştı ki ; “Hayatım son bulsun oma namazım son bulmasın” diyordu…
Ne dersiniz ?
Bu durum havsalamıza sığacak bir olay mıdır ? Mantığımıza bunu kabul ettirebilir miyiz?
İşte burada akıl durur , iman konuşur…
Bize kalsa neyi tartışırız ? Abbad’ın abdesti bozuldu mu , bozulmadı mı? Hayır, dostlar ! Bu huşu olduktan sonra ok darbeleri ne abdesti bozar , ne de namazı!
Sahabe neslinin ihlas ve ihtişamını bir kare ile sınırlamak mümkün değil…Onların hayatına girdiğimizde nasıl bir huşu ile karşılaşacağımızı tahmin edersiniz…
İşte ensar dan Ebu Talha … Bir gün bahçesinde namaz kılıyordu. O sırada bir kuş uçtu ve ileri geri gidip gelmeye başladı. Çıkacak bir yer arıyordu. O, Ebu Talha’nın hoşuna gitti; gözü ve zihni ona bir müddet takılı kaldı. Sonra kendine gelip namaza devam etmek istedi. Baktı ki , kaç rekat kıldığını bilmiyor. Bunun üzerine:
“Vallahi, bana şu malım yüzünden bir fitne isabet etti de kaç rekat namaz kıldığımı dahi bilemedim.” dedi. Hemen Rasulullah (sav) a gelip durumu anlattı. Sonra da:
“Ey Allah’ın Rasulü ! Şu bahçem Allah için sadakadır. Onu dilediğin yere sarf eyle” dedi.(Muvatta-İ.Malik)
Onlar namazla aralarına giren her ne olursa olsun çekip kenara koya biliyorlardı… Namazda huşuyu zedeleyecek her şeye duyarlı idiler… Çünkü onlar haşî idiler, asi değil… Huşu ve haşyetle dolduktan sonra namazın lezzetini başka şeyler vermiyordu…
Yukardaki örnekleri çoğaltabiliriz… Ancak bizden beklenen kendi örnekliğimizdir… Şimdi kendi namazlarımızda nasıl bir yeterlilik ve nitelik üzere olduğumuza bakmamız gerekiyor…
Kıyamları, kıraatları nasıl yaşıyoruz ? Secde de bir rabbani yakınlık hissediyor muyuz? Namazda bir güzellik, bir derinlik, bir zenginlik yakalayabiliyor muyuz ? Rabbimize arzettiğimizde yüzümüze çarpılmayacak bir namazımız var mı? ” Olmaz olsun namazınız!” denilmeyecek, yüzümüzü kara çıkarmayacak bir namaza sahip miyiz?
Evet, huşu katmadığımız bir namazın kıymeti yoktur… Namaz kılarken ruhumuzda, bedenimize eşlik etmiyorsa, o namaz , dostlar pazarda görünsünler türünden bir oyalanmadır…
Huşusu çekilip alınmış bir namaz kültür fizikten başka bir şey değildir… İçi boşaltılmış bir namazla Allah’a gitmekten haya etmeliyiz…
Bilinçsiz ve huşusuz bir namazla Allaha yaklaşmak şurada kalsın, O’na uzak düşmek bile var…
Huşu içinde kılınmayan namaz, nerede kılınırsa kılınsın, kılan kim olursa olsun, manasızlıktır… Dinde riyakarlık ve biçimciliktir…
Namaz kılma zahmetine katlandıktan sonra Allahtan uzaklaşmayı kim göze alabilir ? Bunun ağır sonuçlarına kim katlanabilir? İster misiniz namazdan sonra size kalan sadece yorgunluk ve mahrumiyet olsun.!?
Biliyoruz ki şeytan namazı terk ettiremediği kişiye bu defa namaz kılarken musallat olur… Gaflet, kasvet, evham, vesvese ve riya virüsleri ile namazın ruhu ile oynamaya başlar… Huşuyu zedeler… Bu durum namaza yönelik şeytani suikastlardır…
Bir sonraki hamle ise şudur: Mademki, huşu ile namaz kılamıyorsun o halde bırakı ver… Bu da ayrı bir tuzaktır… “İstediğim gibi olmadı” diyerek namaza isteksiz davranamayız…
O halde namazımızı şeytani müdahalelerden kurtarmalıyız… Namazı korumalıyız… Allah Rasulünün kıldığı namaza dönmeliyiz…
Takva örtüsüne bürünerek kılınan namaz, namazdır… Alçak gönüllülükle kılınan namazın gerçek anlamı, bütün hayatın anlamına güç katar… Namazdaki huşu insanın “eder”ine değil “değer”ine zenginlik sağlar…
Bu bilinçle hayatımıza namaz öğlesine girecek ki, artık namazda dünya işleri bizi meşgul etmeyecek… Tam aksine dünya işlerimizi yürütürken aklımız-fikrimiz namazda olacak…
Gecemize, gündüzümüze, yazımıza, kışımıza, ömrümüze, ölümümüze, mesaimize, tatilimize, özelimize, genelimize namaz girecek… Sürekli namazı soluyacağız…
Namaz bizi kuşatacak… Namaz bizi kuracak … Namaz bizi kılacak…
Acaba namazıma bir halel gelir mi endişesi ile tedirgin olacağız… Umulur ki, o zaman namaz dışındaki zamanlarımız bile namaz yerine geçecektir… Her an namazdaymış gibi bir ruh halini kuşanmış olacağız…
İşte bu seviyeye ulaşmanın ilk adımı:
Huşusu olmayan namaza tevbe…
Nasuhu olmayan tevbeye tevbe…


Namaz Çağrısı /Ramazan Kayan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder